Biz Hacca Gidiyoruz

BİZ HACCA GİDİYORUZ,
HAC DA BİZE GELİR Mİ?

Orada burada kişisel gelişim dersi aramaya gerek yok. Hac yolculuğu keskin sınamalardan geçtiğimiz kocaman bir gelişim fırsatıdır. İncelip incelip de varlığımızdan koptuğumuz, çoğalıp çoğalıp varlığın kalbine taştığımız demdir haccımız. Hac kişiliğimizi de gözden geçirme fırsatı olabilir. Haccın rükünleri, yeni bir kişilik inşa eder içimizde.


Niyet : Hacca niyetlenmekle, o zamana kadarki bütün niyetlerimizden vazgeçiyoruz. Çevreden merkeze dönüyoruz; çokluktan bire varıyoruz. "La ilahe illallah" diyerek her birimiz çok niyetlerimizi bire indiriyoruz, birini tercih edip başkalarını terk ediyoruz. Öyleyse, tercih ettiğimiz Bir'i, terk ettiğimiz çoklar kadar çok sevmeliyiz. Bizi, yüzümüzden parmak uçlarımıza, saç rengimizden göz bebeğimize kadar tek ve biricik olarak var edip, çoklarını emrimize veren Rabbimize, o çokların çokluğuna kanmayacak bir sadelikte ve içtenlikte kul olmalıyız. Bir'e olan sevgimizi çok etmeliyiz. Bir'e olan kulluğumuzu çoğaltmalıyız. Rabbimiz için terkettiğimiz çokları terk ettiğimize hacca gitmek kadar çokça sevinmeliyiz.

İhram : İhram, elbiselerimizden çıkmayı gerektirdiği kadar, takındığımız tavırlardan, benimsediğimiz hallerden soyunmayı da gerektirir. Kişiliğimizi sadeleştirmemizi, varlığımızı durulaştırmamızı ister. Sıfatlar erir, makamlar yıkılır, rütbeler sökülür ihramın içinde. Kategoriler iptal olur. Ayırımlar ve sınıflar geçersizleşir. İhram, önce insan olmaya çağırır bizi. İnsan olmakta, herkesle aynı olan yanımızı bilme, kötülük edebilir tarafımızı hatırlama, ölüme yakın halimizi farketme saklıdır. Nasıl ki ihram bizi, sıfatlardan azade, sade birer insan olarak resmeder, Müslüman olarak da başkalarından üstün ve ayrı olmaya değil, herkesle bir ve birlikte olmaya teşvik eder. Mümin kardeşler olarak, başkalarının yanındaki sıfatlarımızı soyunmuş olarak birlikteyizdir. Kardeşlikte birbirimize karşı unvanların, makamların, rütbelerin kârı yoktur. Neysek oyuzdur; öylece kabulleniriz birbirimizi. Zaaflarımızla, kusurlarımızla, eksiklerimizle yanımızda tutarız sevdiklerimizi. Öyle ki başkalarına aşikâr olmayan nice kusurlarımızla varızdır dostlarımızın yanında. Aslında, dostlukta ve kardeşlikte birbirimize karşı ihramlıyızdır. Öyleyse, birbirimizi hesapsız kabulleniyor olmalıyız. Yeryüzünde başka hiçbir şey olmasa, başka kimse kalmasa da, birbirimize razı mıyız? Elimizde hiçbir şeyimiz kalmasa da, hiçbir rütbemiz olmasa da birbirimizi değerli görüyor muyuz?

Vakfe : Sabahtan akşama, akşamdan sabaha bir koşturma içinde geçiririz ömrümüzü. Sürekli koşmak önerilir bize. Her anımız yetişme/ yetişememe bıçağının sırtında kalır, bin parçaya bölünür. Bir yerlere, bir şeylere yetişiriz yetişmesine ama kendimizle buluşamayız bir türlü. İç huzurumuzu, ruhî dinginliğimizi, kalbî doygunluğumuzu, "bir şeylere sahip olmak, bir yerlerde bulunmak, birilerinin yanında tarafında yakınında yer almak" diye tarif ederken, bir türlü hızına yetişemediğimiz bir amansız koşu bandı üzerinde buluruz kendimizi. Huzur referanslarımızın hepsini gelip geçici ötekiler, vurdumduymaz başkaları üzerine kilitleriz. Sanki kendimiz olmaktan kaçar gibiyizdir. Burada aziz bir misafir olduğumuzu unuturuz. Kendimizi gündelik hesapların sığlığına zincirleriz. Varlığımızı çok şeye sahip olmanın terazisinde tartarız. Yeryüzündeki gölgemiz gelip geçerken, niyetimizle, kulluğumuzla sonsuzluğu inşa ettiğimizi aklımızdan çıkarıveririz. Haşr Sûresi'nde hatırlatıldığı gibi, "Allah'ı unutan insana, Allah da kendisini unutturur." Kendisini unutan biz insanların, kendini yeniden hatırladığı, varlığını Rabbine göre yeniden tanımladığı bir dürülüş/ duruş mekânıdır Arafat.. Dünyanın telaşlarının dindiği, kalbimiz üzerinde yanıp duran hırs ve haset ateşlerinin söndüğü demdir vakfe. İlk defa, açıktan ve net olarak, Rabbimiz tarafından varlığımızın onaylandığını hissedecek bir iç yolculuğun eşiğine taşır bizi Arefe.

Keşke şeytan hep Mına da dursa, taslanmak üzere sakince beklese her hac mevsimini. Ne şeytan diye taşladığımız büyük, orta ve küçük taşlar, ne de eli-mizde biriktirdiğimiz taşlar şeytandır. İmtihanımız taşlarla değil; imtihanımız elimizle ettiklerimizle.

Müzdelife : Ben'imizi sivrilte sivrilte başkalarına batırmalarımızın sona ermesi umuduğu/beklendiği yer Müzdelife'dir. Müzdelife, mekân ismidir aslında. Müzdelife'de yerine getirdiğimiz hac rüknünün adı Meş'ar'dır. Şuurlanmaya denk gelir Meş'ar. Mahşer kalaba-lığının ortasında, gecenin koynunda çaresizliğimizi ve yalnızlığımızı hissettiğimiz o an, varlığımızın kırılgan yanlarını yeniden hatırlatır bize. Tevazu halini kuşanmak, alçakgönül-lülüğü baştan kazanabilmek için, kendi zavallılığımızla tanışma yeri olmalıdır Müzdelife. Böylece ilişkilerimizi sıfırdan başlatabilir, bize yapılan her iyiliği, hakkettiğimiz bir şey olarak değil de bir sürpriz olarak okumaya başlarız. Sevdiklerimizin varlığını onların mecburiyeti olarak değil de, bize sürekli ve ısrarlı iltifatları olarak görmeye başlarız. Her yeni günü sıradan bir gün değil de, yine, yeni, yeniden verilmiş, hak ettiğimiz değil, hakkını vermemiz gereken bir fırsat olarak değerlendiririz. Varlıkla sözleşmemiz tazelenir. Yeni doğmuş bir bebek heyecanıyla bakarız âleme. Üzerimizdeki sonsuz merhameti ana sütü gibi ak ve pak tatmaya başlarız. Etrafımıza borçlu olduğumuz şefkati de bir anne gibi gönüllü olarak vermeye hazırlanırız. Şuurlanırız; yeni baştan varlığın içine buyur edilmiş gibi yaşamaya başlarız.

Mina : Hiç İçinizden Taş Topladınız mı?
Gecenin orta yerinde, karanlığı nefesleriyle yırtarcasına, kötülüğü ihramlarının hışırtısıyla koyarcasına akan insan seli, şeytanla, ilk defa bu kadar açıkça karşı karşıya durmaya hazırlanır. Ellerinde biriktirdikleri taşlar, her birini şeytandan uzağa fırlatmaya hazır gibi bekler. Binlerce elden bir anda hışımla savrulan taşlar şeytan diye bellediğimiz taşların yüzünde şaklarken, bir kez daha anlıyorsunuz ki, karanlık ışığın ışığıdır. Şeytan olmasa, iyilerin iyiliği görünür olmayacak. Nefsin kötülüğe meyli olmasa, güzellerin güzel duruşu hep karanlıkta kalacak.
Mina, kendimizi bir kez daha tarif ettiğimiz yerdir. Mina, yerimizi bin kez daha bellediğimiz mekândır. Mina adının ifade ettiği gibi, şeytandan emin olma makamıdır. Şeytan hep yanımızda ve yöremizde dururken, aldandık, kandık, saptık, yoldan çıktık. Karşımızda apaçık bir düşman olarak göremedik onu. O kulağımızın ardından fısıldarken, nefsimize ince ince üflerken bizden yana duranlarla karıştırdık yüzünü, dost olanlarla bir tuttuk söylediklerini. Mina'da şeytanın hepimizin karşısında durması özel bir imtiyazdır, tarifsiz bir ayrıcalıktır. Şeytanın beridekiler arasından sembolik olarak sıyrılıp öteki olması ince ve keskin bir uyanış dürtüşü dür. Elimizdeki taşlar şeytanla aramızı açmaya ayarlıdır. Savurduğumuz taşlar karşımızda olanın karşısına savurur bizi. Safların ilk defa gözle görülür biçimde ayrılışının tanığıdır ellerden fırlayan taşlar. Işığın karanlıkla yatıp aydınlığı doğurma anıdır. Ne var ki, her doğum gibi bu da sancılıdır. İçinizden bir şeylerin kopması gerekir; ta ki tam olasınız. Karnınızdan bir şeylerin eksilmesi gerekir; ta ki kemâle eresiniz. Mina'ya akanların eksiltecekleri şeyler ellerindedir; her bir şeytan için yedi taş.

Safları ayrıştırmak elden taşlan fırlatmak kadar kolay bir şey olmamalı ama. Öyleyse taşların ucu içimizde bir yere bağlı olmalı. Her taşla birlikte şeytanın yüzüne fırlattığımız bir şeyler daha olmalı. Taşlar şeytanla aramızı açarken, bizi şeytana yakın eyleyen şeyleri de bizden uzaklaştır-malı. Bu yüzden, taşları Müzdelife'den ya da Arafat'tan toplarken, taşların ucuna bağladıklarımızı da içimizden toplamalıyız.
Keşke şeytan hep Mina'da dursa, taşlanmak üzere sakince beklese her hac mevsimini. Ne şeytan diye taşladığımız büyük, orta ve küçük taşlar, ne de elimizde biriktirdiğimiz taşlar şeytandır. İmtihanımız taşlarla değil; imtihanımız elimizle ettiklerimizle. İşimiz şeytanı taşlamakla bitiyor değil, işimiz içimizde ağır taşlar gibi biriktirip katılaştırdığımız kötülükleri içimizden savurmakla başlıyor ve hep başlıyor.
Karanlıkla yatıp kalktığınızı göstererek kanıtlayabilirsiniz ışık olduğunuzu. Öyleyse, en az yedi tane taş toplayabilir misiniz içinizden? Hiç korkmadan, karanlığa bulaştığınızı, kötülüğün içinize sızdığını görmek üzere içinize doğru uzatır mısınız ellerinizi? Taşlan dışarıdan değil, içinizden toplamak üzere.